HİKAYEMİZ

Nobel Edebiyat Ödülü’nü Dario Fo almış, Aydın Doğan Roman Ödülü Romantik Bir Viyana Yazı ile Adalet Ağaoğlu’nun olmuş, Yaşar Kemal Uluslararası Nonino Ödülü için İtalya’da boy göstermiş ve aynı yıl Alman Yayımcılar Birliği Barış Ödülü’nün sahibi olmuş, J.K.Rolling Harry Potter serisinin ilk kitabını yayımlamıştı… Altın Portakal Film Festivali’nde Ferzan Özpetek Hamam’la ipi göğüsleyip ülkede daha yaygın tanınmış, Altın Koza da ise Zeki Demirkubuz, Masumiyet’le ülke sinemasına bir köşe taşı eklemişti.


Ve Garry Kasporov IBM Deeper Blue 2’ye yenilmiş, Prenses Diana yaşamını Paris’te bir trafik kazasında yitirmişti…


Elbette başka birçok şey daha oldu, iyi ya da kötü. Ne televizyon yaşamlarımızı ele geçirmiş, ne de ‘tek tık’la her şey halledilebilir bir haldeydi.


İşte dünya bu minval üzere dönerken biz de ilk kitabımızı sattık… Taze, heyecanlı ama kuşkusuz inançlı bir kitabevi olarak… Yıl 1997…


Zaman, tanımlamanın neredeyse imkânsız olduğu bir biçimde aktı. Yine de biz, kitapla haşır neşir olan herkesin oldukça iyi bileceği bir şeye sahiptik ve böylelikle zamanın o tanımlanamayan akışı bizi gittikçe gençleştirdi: Amatörlüğün şaşmaz, değişmez, eskimez çoşkusu. ‘Dükkân’ 1997’den itibaren her sabah yeniden ama hep ilk defa açıldı. Bizim için özen demekti bu. İlk gün içimizde duyduğumuz şeyleri kaybedersek, zamanın ve başka şeylerin yanımızda değil, karşımızda yer alacağını biliyorduk.

 
Amaç basitti aslında, insanlar okusun istiyorduk. Yeryüzünün dört bir yanında anlatılan hikâyelere ortak olan insanların çoğalmasını diliyorduk. Fakat elbette bu durum yalnızca dilemekle gerçekleşecek bir şey değildi. İnsana, okura nitelikli bir altyapı sunmak için yapmamamız gerekeni yaptık: Çalıştık! Çalışmak kuşkusuz insana dünyanın hiç de öyle kolay dönmediğini sık sık hatırlatıyordu. Burada uzun uzun anlatmaya gerek olmasa da tahmin edebileceğiniz üzere birçok zorlukla karşılaştık. İşini seven herkes gibi karşılaşılan zorlukların, birer olanak olduğunu anlamamız ise uzun sürmedi. Edebiyat, tarih, felsefe, düşünce hayatın ta kendisiydi ve hayatta önünde sonunda böyle bir şeydi: Sorunlar, çözümler…
Böylelikle kendini yineleyen değil, yenileyen bir kitabevi olduk. O her sabah açtığımız kapıdan yüzünde dostça bir gülümseme gördüğümüz daha çok insan girmeye başladı. Gülümseyen okurların, bizim yalnızca müşterimiz değil yol arkadaşımız olduğunun da farkındaydık. Hayır, büyümüyorduk, gelişiyorduk. Büyümek hayalleri olanların pek de sevdiği bir şey değil ne de olsa…


Ve şimdi Cafe & Restaurant birimimizi de hayata geçirdik. Yol arkadaşlarımızın da talepleri doğrultusunda gerçekleşen bu adımla birlikte, yalnızca bizim için değil, hepimiz için daha değerli, daha güzel günlerin, yaşanılabilir, nefes alınan anların artmasını, çoğalmasını amaçladık. ‘Kalite’ iyiliği aramak, güzeli bulmak değilse, nedir ki?

Burası Pan Kitabevi… Karanlığın ışımadığı bir yer. İşin başında çocuklar var, büyümeyen.


Aydınlık, özlenen bir şey olmasın diye…